Bildiğiniz gibi MTV kapanma kararı aldı. Gerçekten çok üzüldüm. Çünkü MTV benim çocukluğum, gençliğim demek… Bugün rüyama bile girdi. Hatta bu yazımda neler yazacağıma rüyamda karar verdim. Adeta yazımı rüyamda şekillendirdim ama rüyamın geri kalanını da anlatmak istiyorum. Bir binadayım. Her kapıyı açtığımda MTV’nin değişik bir dönemine denk geliyorum. Örneğin bir kapıyı açıyorum, 80’li yılların renkli kliplerinin içindeyim. Başka bir kapıyı açıyorum. 90’lı yılların MTV Müzik Ödülleri’nin içine zamanda yolculuk gibi ışınlanıyorum. Koridorda ilerleyip başka bir kapıyı açıyorum. 2000’li yılların “Jackass” programındayım. Pencereden dışarı baktığımda cadı süpürgesiyle uçan tanıdığım insanlar vardı ama bu kısım MTV ile eşleşmiyor. 😀
Neyse, 80’li yıllarda MTV henüz Türkiye’de çıkmıyordu. Sadece yabancı kanallar için ayrı bir anteni olan bir komşumuz vardı. Onda çıkıyordu. Onun evine gittiğimizde izlerdik. Ama MTV’den hep haberdardık. Başta Michael Jackson’ın “Moonwalker” filminde bile astronot kıyafetli MTV müzik ödülü görünüyordu. Küçük olduğumuz için astronotluk hayallerinden o ödül özellikle dikkatimizi çekiyordu. Gazetelerde, dergilerde hep yazardı. “MTV Müzik Ödülleri dağıtıldı. Michael Jackson şu kadar adet, Madonna bu kadar adet ödül aldı.” gibi haberler… Sezen Cumhur Önal’ın “Müzik Yelpazesi” programı da zaten MTV gibi bir programdı. Bizi MTV’de yayınlanan kliplerden hiç mahrum etmezlerdi. Zaten 90’lı yıllara geldiğimizde özel kanalların çıkmaya başlaması, kablolu TV’nin bazı yabancı kanalları da çıkarmasıyla birlikte MTV artık bizim de ekranlarımızı süslemeye başlamıştı. Artık MTV Müzik Ödüllerini canlı yayında izleyip sevdiğimiz sanatçıları sıcağı sıcağına görebilmek için geceleyebiliyorduk. Hala çocuktuk. Düşünün o küçük yaşta nasıl meraklı olduğumuzu… Türk Müzik Kanalları da yayın hayatına başlamıştı. Kral TV, Genç TV gibi… 90’ların ortalarında önceden TRT’de de “1 Numara” adıyla program yapan Ömer Karacan, radyosu Number One FM’i Number One TV olarak ekranlara taşıdı. MTV ile ortak yayın yapmaya başladı. Örneğin Michael Jackson’ın “Scream”i gibi yabancı klipler bir tarafta MTV, öbür tarafta Number One TV logosuyla yayına girerken Bendeniz & Harun Kolçak düeti “Elimde Değil” sadece Number 1 TV logosuyla gösteriliyordu. Bizim Gürsoy Koleji’nde her sınıfta televizyon olurdu. Teneffüslerde televizyonu açardık ve genelde de müzik kanalı tercih ederdik. İlk günlerde MTV, Number One TV’ye öyle destek olmuştur ki bizim Türkçe klipler tüm dünyada yayınlanıyor sanmıştım. Ama evde her ikisi de çıktığından karşılaştırma yaptığımda ikisinin farklı yayın yaptığını fark etmiştim. Açıkçası Number One TV, direk MTV’deki klipleri, programları kaydedip yayınlıyordu. Fakat ilerleyen yıllarda kliplerin orijinal halleri onlara da gelecekti ve direk Number One TV logosuyla yayınlamaya başlayacaklardı. Tabii ki yine de MTV’de klipleri yayınlanan Türk sanatçılarımız olmuştu. Örneğin İngilizce şarkıları da olan Aylin Livaneli MTV’ye çıktığında Popcorn dergisi “MTV’de milli olduk!” diye kapak manşeti yapmıştı. Daha sonradan Deniz Arcak, Yonca Evcimik, Tarkan gibi başka sanatçılar da İngilizce klipler hazırlayıp MTV gibi yabancı müzik kanallarında çıkacaktı. Özlem Tekin’in “Yol” klibi de Türkçe olduğu halde MCM, MTV gibi yabancı müzik kanallarında çıkardı. Denk gelince çok sevinirdim. 2000’li yıllara gelindiğinde ise maNga ve Emre Aydın MTV ödülü bile alacaktı. Hatta 2006 – 2011 tarihleri arasında bizim kendi MTV Türkiye kanalımız da kısa süren yayın hayatını gerçekleştirecekti.

MTV Müzik Ödülleri ile ilgili bir anım da var. Tarih 7 Eylül 1995… Ödül törenini hem MTV, hem de Number One TV veriyor. Rahmetli dedemin 9 aylık ömrü kaldığını henüz bilmiyoruz. Gerçi kendisi hissediyordu. Yakında vefat edeceğini söylerdi. Haklıymış. Neyse, ben Michael Jackson ile ilgili bir şey görürüm de kaydederim diye hep video kaseti hazır tutardım. Değişik bir şey gördüğümde hemen kaydederdim. Ve işte HIStory megamix ile başlayıp “You Are Not Alone” ile biten o efsanevi performansı sıcağı sıcağına izliyoruz. Ben kayda başladım. Ama dedem de tam bir televizyon delisiydi. Takip ettiği TSM programları, pembe diziler vardı. “Dede, sen istersen istediğini aç. Ben nasıl olsa kayda başladım. Video bu kanalı kaydederken başka kanal izleyebiliyoruz.” dedim. Dedem de “Hayır değiştirme. Ben de Michael Jackson’ı izlemek istiyorum. Severim onu.” diyerek beni şaşırttı. Çünkü “Bad” döneminde benim ve kuzenlerimin MJ Fan’liği ile dalga geçerdi. “Gazzanfeeer gazzanfeeer” diye (“Bad”in sözlerini böyle bilirdi) Michael Jackson’ın dansını taklit ederdi. Biz de sinirlenince gülerdi. Sevmiyor sanıyorduk, meğer o da sevmiş. Özellikle “Dangerous” tarafı başlayınca “Bir daha böyle dans eden bir sanatçı dünyaya gelmeyecek.” dedi. Haklı da çıktı. 9 ay sonra kendisi, 14 yıl sonra da Michael Jackson vefat etti. Hala onun gibi bir megastar çıkmış değil.
2010’lu yıllara geldiğimizde tüm dünyadaki MTV ekranlarında ben de çıkmaya başladım. Sadece MTV değil, tüm müzik kanallarında… Bunun nedeni de 4 kez göründüğüm “Behind The Mask” klibi tabii ki.. Derken MTV artık Türkiye’de çıkmamaya başladı. Michael Jackson, George Michael, Tina Turner, Whitney Houston, Amy Winehouse, Dolores O’Riordan, Prince, Donna Summer, Marie Fredriksson, James Brown, Aretha Franklin, David Bowie gibi MTV ekranlarında görünce heyecanlandığımız isimler birer birer aramızdan ayrılmaya başlamıştı bile… Yine de gazetelerden, YouTube’dan MTV Müzik Ödülleri sonuçlarını, performanslarını takip ediyorduk ama eskisi gibi megastarlar yoktu. Madonna, Mariah Carey, Janet Jackson, Kylie Minogue gibi bir elin 5 parmağını geçmeyecek efsaneler yerine Spotify, YouTube Music sabun köpüklerine yer veriliyordu. Artık bizim gibi müzikseverler dışında kimse eskisi gibi ilgilenmiyordu. 2020’li yıllara geldiğimizde ise artık herkes müziği Spotify’dan dinlemeye, YouTube’dan izlemeye başlamıştı. Büyük ihtimalle bu da MTV’nin kaçınılmaz sonunu hazırlamaya başlamıştı. Çünkü MTV’yi MTV yapan Michael Jackson gibi megastarlardı. Onların yokluğu MTV’yi de önemsiz kılmaya başlamıştı. Ve işte hepimizi üzen o acı haber geldi. 31 Aralık 2025’te MTV tüm yayın hayatını durduracak! Çevremdeki bütün müzikseverler sanki bir star daha hayatını kaybetmiş gibi üzüldüler. Çünkü MTV, 2026 yılını göremeyecekti.
Şimdi merak edilen bir konu var. MTV yayın hayatına 1 Ağustos 1981’de The Buggles’ın “Video Killed The Radio Star” klibiyle başlamıştı. Acaba hangi şarkı ile bitecek? Birçok müziksever bunun Michael Jackson olması gerektiğini, çünkü klip sektörünü ciddiye aldırtan ilk sanatçının Popun Kralı olduğunu düşünüyor. Benim aklıma ise tek bir şarkı geldi. O da Robbie Williams’ın “Reality Killed The Video Star”ı… Gerçekten enteresan bir veda olur. Benim kişisel olarak merak ettiğim bir konu daha var. VH1 yayın hayatına devam edecek mi? Google’da bununla ilgili bir şey bulamadım. Çünkü VH1, MTV’nin alt kuruluşu diye biliyorum. Bizim küçüklüğümüzün, gençliğimizin MTV ruhu da VH1’da yaşamaya devam ediyor. 80’ler, 90’lar ağırlıklı yayın yapıyor. Bari VH1 gitmese… Bir öngörüm daha var. Bildiğiniz gibi zaten Kral TV, Dream TV gibi başka müzik kanalları da geçtiğimiz yıllarda yayın hayatını durdurmuştu. MTV hepsinin atası… MTV’nin yok olması bence şu anda hala yayın hayatını sürdüren müzik kanallarını da etkileyecek. Müziklerin eskisi gibi kalitesi yok. Bu da kaçınılmaz sonlarını hazırlayacak. Yeni ilgi gören klipler hep müstehcen, argolu, genelde de rap… Bunlar RTÜK’ten de geçemeyeceği için sıradan klipleri yayınlamaya çalışıyorlar. Can çekişiyorlar. Benim bir önerim var. Eğer VH1 gibi 80’ler, 90’lar gibi nostaljik klipler verirseniz izleyici sayınız artar. O müziklerin hiç modası geçmeyecek. Yenilere bel bağlamayın. Bizim jenerasyon izler en azından… Garanti izleyiciniz de var. Genç jenerasyondan da çok sevenler var. Öyle ya da böyle MTV gidişiyle tıpkı hayatını kaybeden megastarlar gibi bizim çocukluğumuzdan, gençliğimizden birer parça daha aldı. Ama anılarımızda hep yaşayacak.
Neyse, hazır müzikle ilgili bir yazı kaleme almışken daha önceden sitemde yer vermediğim bazı müzik anılarıma da yer vermek istiyorum. Eski günlüklerimden ergenken, gençken ne yazsıysam aynı şekilde aktaracağım. Acil Servis grubundan Orhan Yolsal 1 aylık gitar öğretmenimdi. Ne kadar çok gördüğümü ve özelliklerimizi ne denli konuştuğumuzu tahmin edin artık… Ama onun ünlü bir rock grubunun gitaristi olduğunu sonradan öğrenmiştim. Aslında o zamanlar bu kadar tanınmıyordu ama rock geliştikçe daha çok tanınır olmuştu. Gitar derslerimize de albüm çalışmaları nedeniyle bir son vermişti. Benim de Yurdaer Doğulu Müzik Okulu’nda başladığım gitar serüvenim de böylece sona ermişti. Gitarıma kuzenimin el koyması da bunda etkili olmuştu. En azından “Küçük Ayşe, Küçük Ayşe, ne yapıyorsun? Bize söyle”yi çalabiliyordum. O da kalmadı. Flütle de hala “Hadi Yine İyisin”i, piyanoyla ise “Geceler sessiz sessiz yağar”ı çalabiliyorum. 😀
96’nın 21 Aralık günü babamla Megavizyon’a gittiğimizde Ümit Sayın’ı görmüştüm. 21 Aralık biliyorsunuz Hülya Avşar’ın “Bu gece uzun olacak” şarkısına uygun… Ama aynı zamanda Ümit Sayın’ın “95 bitmeye yakın” (15 Kasım) şarkısına da uygun ama tarihi değil… 96 bitmeye yakındı! Neyse, o, kasetlerini imzalıyordu. Aslında ben de önceden kasetini almıştım ama bilmiyordum ki geleceğini… Bilseydim kasetini yanımda getirirdim. Televizyonda gördüğüm kadarıyla pek yakışıklı bulmazdım ama gerçek halinin daha yakışıklı olduğunu düşünmüştüm. Çok yakından gördüm ama imza almayıp çıkmıştım. İzdiham vardı zaten. Megavizyon her zamankinden daha kalabalıktı. Ben Simply Red’in “Greatest Hits” kasetini almıştım. Babam ise Kayahan’ın “Canımın Yaprakları” kasetini almıştı. Aslında Ümit Sayın’ın kasetini tekrar alıp imzalatabilirdim ama bu aklıma gelmemiş olmalı. Yakından görmüştüm ya? Bu bana yetmişti.
Ünlü rockçı Sarp Sanin’i yazlığımızın sahilinde görmüştüm. Hani bilirsiniz “Annem, annem” diye yanan, ağlayan, haykıran Sarp’dan bahsediyorum. Tarih 17 Temmuz 2001’di. Sahilde her zamanki gibi oturuyurduk. Annem “Hemen bakma. Şurada oturan çocuk şarkıcı Sarp değil mi?” demişti. Ben de çaktırmadan bakmaya çalışmıştım ama Sarp fark etmişti. Önce “Hayır, onun her yerinde küpe ve piercing var” demiştim. Fakat sonra benzerlikten ben de şüphelenmiştim. Halam da Athena’nın vokalisti Gökhan’dan bahsettiğimizi sanıp kızıl saçlı olması gerektiğini söyleyip “Hayır, o kırmızı” demişti. Ben de “Ona bakarsan diğer klibinde de mavi” diye ten renginden bahsediyor sanmıştım. Annem yine de “O bence” demişti ve haklı çıkmıştı. Ben de zaten buna inanmaya başlamıştım hareketlerinden dolayı ve halam denizdeyken annem “Bak oymuş. ‘Sarp gelmiş’ diyor çocuklar” demişti. Halam da “Sarp!” diye seslenip onun bakmasını sağlayarak kendi tabiriyle kalite kontrol yapıp bizi güldürmüştü. Yanında da ebeveynleri olduğunu düşündüğüm bir yaşlı çift, kız arkadaşı olduğunu sandığım kısacık saçlı ve dövmeli bir kız ve köpekleri vardı. Gayet sessiz sakin birisiydi. Konuştuğu zamanlar sadece cep telefonuyla konuştuğu anlardı. Gerçi telefonla da bayağı konuşmuştu. Aslında Sarp’la fotoğraf çektirmeyi düşünmüştük ama kapris yapar diye cesaret edememiştik. Yalnız olsa ben çektirebilirdim. Zaten bir üniversite sınıf arkadaşımın arkadaşıydı.
Barış Manço’nun büyük oğlu Doğukan Manço’yu ilk görüşüm henüz mesleği yokken 12 Ağustos 2001’de İzmir’deki Pamukkale otobüs durağında gerçekleşmişti. O yıllarda bile reklamlarda, kliplerde oynamaya başlamıştı bile. O yüzden ben onu aktör olacak diye düşünüyordum ama DJ oldu sonradan. Gelibolu’dan Didim’e doğru gidiyorduk biz de… İlk önce Truva Turizm ile İzmir’e gitmiştik. Orada Pamukkale’den Didim için bilet almıştık. 1,5 saat beklememiz gerekiyordu. Aslında iyi de olmuştu, çünkü dinlenmeye ihtiyacımız vardı. Cafe’de oturmuş, Sprite filan içiyorduk. Birkaç kez otobüs gelmiş mi diye kontrol etmiştik. Yine henüz gelmediği bir an cafe’ye dönerken iki kız ile birlikte yürüyen Doğukan’ı fark edip anneme “Bak Doğukan Manço” demiştim. Başta fark etmeyince “Hani şu Hollywood t-shirt’li olan” deyince şaşırıp “Ben onu çok uzun boylu sanıyordum” demişti. Sonra 19:30 otobüsüyle yolumuza devam etmiştik.
11 Kasım 1999’daki Şebnem Ferah & Teoman konserinde Şebo’nun vokalisti Kutsal Kocer’di. Şebnem Ferah konserin sonunda “Ve işte vokalistim Kutsal! Yakında onu daha yakından tanıyacaksınız, çünkü albüm çıkaracak…” diye tanıtmıştı Kutsal’ı… 2001’de piyasaya çıktığında ise görüntüsü ve ismi hiç yabancı gelmediğinde hatırlamıştım. 17 Ocak 2007 tarihinde ise Bülent Ülgen’in makyajını temizlemesi için makyaj odasına ıslak mendil almaya gittiğimde o makyaj odasında, kuliste daha önceden tanıştığım Şebnem Ferah’ın gitaristi Metin Türkcan, Trend Show’da imza alıp birlikte fotoğraf çektirdiğim Ogün Sanlısoy ve yine festivallerde ve konserlerde tanıştığım ama artık aynı binada çalıştığım için sürekli göreceğim Güven Erkin Erkal ile karşılaşmıştım. “Güven Abi, nasılsın?” dediğimde hatırlayıp elimi sıkmıştı. Kendimi hatırlatmama gerek kalmadan o da hatırımı sormuştu. Artık aynı çatı altında çalıştığımızı öğrendiğinde “Aaa, hayırlı olsun. Artık devamlı görüşeceğiz yani.” demişti.
5 Temmuz 2002 Cuma günü ablam mezuniyet balosundayken annem ve babamla Taksim’de gezmiştik. Her yerde futbolcu resimleri vardı. Buna gelen tepkiler de hemen gecikmemişti. O resimlerin üzerine “Sokak işgaline hayır!”, “Spor sayfaları yetmedi mi?”, “Yeter! Bıktık artık!” gibi şeyler yazmışlardı. “Seçme İtiraflar” adlı itiraf.com kitabını satın almıştım. Yine Taksim’de Şafak Karaman’ı ve BBG Arzu’yu görmüştük. Arabayı park etmiştik. Babamı bekliyorduk. Annem bana Şafak Karaman’ı gösterip “Bak DJ!” demişti. Ben de annemin bu tarifine şaşırıp bakmıştım. “Onun adı Şafak Karaman” demiştim. Annem de “Evet, adını çıkartamadım ama tanıdım” demişti. Karaman, motorsikletine biniyordu. Kasketini takarken ona baktığımızı fark edip bize kısa bir bakış atmıştı. Sonra motorsikletini çalıştırmaya çalışmıştı. Ortaokuldayken onun programını hep izlerdim. Yıllar sonra Günaydın’da köşe yazarlığı da yapmaya başlamıştı. Oradaki fotoğrafını görünce “Yaşlanmış” demiştim ama meğer orada göründüğünden daha yakışıklıymış. Sonra Beyoğlu’nun içlerinde gezmeye başlamıştık. Yine annem “Bak, Arzu! Arzu’ya baksana!” demişti. Önce anlamadım, sonra jeton düşüp kıvırcık saçlı bayanı fark etmiştim. Manken gibi güzel olan Arzu Budak sevgilisiyle gezip vitrinlere bakıyordu. Yüzünü önce görememiştim, sonra çaktırmadan peşinden gidip yüzüne bakmıştım. Yüzü gerçekten de çok güzeldi. Hatta “Biri Bizi Gözetliyor” evinde göründüğünden daha iyiydi.
Bu yazımı geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Gazeteci Ümit Aktan, Şarkıcılar Saadet Sun – Banu Kırbağ – Güllü olarak bilinen Gül Tut – Halid Bešlić – D’Angelo sahne adı ile bilinen Michael Eugene Archer – Zubeen Garg – Brett James – Randy Boone – Sheila Jordan, Yeşilçam oyuncuları Doğacan Taşpınar – Anta Toros, Ünlü müzik organizatörü Siyabend Süvari, Çelebi Hava Servisi Kurumsal İlişkiler Direktörü Umut Yüzer, Müzisyenler Selim Selçuk – Niyazi Sayın – Eddie Palmieri, Jrokez ismiyle bilinen yayıncı Oğuzhan Dalgakıran, Hollywood yıldızları Graham Greene – Robert Redford – Diane Keaton – Brad Everett Young – Patricia “Pat” Crowley – Paula Shaw – Polly Holliday – Floyd Levine – David Ketchum – Terence Stamp – Tristan Rogers – Danielle Spencer – Jon Miyahara, Modacı Giorgio Armani, Yazar Ece Aksoy, sosyal medya fenomenleri Deniz Servan Narin – Raymond Harper (Rolling Ray) – Liz Lin Ruoyu, Grafik Tasarımcı Eren Küçükerdem, Futbolcu William Joseph Billy Vigar, dansçı Joshua Allen, Amerikan futbolcusu Rudi Johnson, The Crickets üyesi Sonny Curtis, boksörler Ricky Hatton – Shigetoshi Kotari, Supertramp grubunun kurucusu Rick Davies, The Turtles üyesi Mark Volman, Derek & The Dominoes grubunun kurucusu Bobby Whitlock, Apollo 13 astronotu James Lovell Jr. ve menajer Brandon Blackstock’a adıyorum.
Article Categories:
Müzik
Likes:
0 
