banner
banner

İzlemek zorunda kaldığım bazı Türkücü konserleri

Bildiğiniz gibi web sitemin konser bölümünde sevdiğim şarkıcı ve grupların performanslarıyla ilgili izlenimlerim yer alıyor. Daha eski olan bazı konser anılarımı da web sitemin “Müzik” bölümündeki bazı yazılarımda (örneğin albüm kritiği gibi) ayrıntılı olarak bahsetmiştim. Ya da vefat ettiklerse anarken yazmıştım. Fakat bir de yaptıkları müzikten keyif almadığım bazı şarkıcıların da canlı müziklerini izlemek zorunda kalmışlığım var. Arabesk, Türk Sanat Müziği, Fantazi, Türk Halk Müziği, Özgün Müzik gibi tarzları sevmiyorum. Beni yargılamayın. Zevkler ve renkler tartışılmaz. Ne yapabilirim? Özüm bu… O gereksiz gırtlak nağmeleri benim kulağımı tırmalar. Dinleyene de saygım sonsuz… Asla küçümsemem. Yine de onların da konserleri benim geçmişimde, belleklerimde varlıklarını sürdürüyorlar. O yüzden bazılarının konserlerinde neler yaşadığımı topluca bir yazıda web sitemin “Konser” bölümüne koymak istedim. Meraklılarına duyurulur.

80’lerin ünlü Türk Sanat Müziği yorumcusu Hayri Pekşen bizzat benim sünnet düğünüm için şarkı söylemişti. 1990 yılındaki sünnet düğünümde yaptığı açıklamada Hayri Pekşen bu performansının Burç Düğün Salonu’ndaki ilk gecesi olduğunu söylemişti. Yanlış hatırlamıyorsam aslında başka bir adam çıkacakmış ama hastalanmış. Pekşen de o diğer şarkıcı üstadı, hocası olduğu için onun yerine sahne almayı kabul etmişti. Küçükken hep TRT’de kliplerini, performanslarını gördüğüm için şaşırmıştım. Bu arada bu tarzların arasında çok fazla fasıla dönmediği sürece Türk Sanat Müziği o kadar da rahatsız etmez beni. Sanırım ailemin TSM sevgisinden dolayı kaynaklanıyor bu… Kulağım alışkındır. Rahmetli dedem de çok severdi. Tüm Türk Sanat Müziği enstrümanlarını çalardı. Hayri Pekşen’in benim sünnet düğünümde de söylediği “Ah bu şarkıların gözü kör olsun”, “Rüyalarım Olmasa”, “Adalardan Bir Yar Gelir”,  “Asmalarda Üzüm”, “Kadifeden Kesesi”, “Vay Sürmeli” gibi şarkılarından bahsediyorum tabii ki. Zurnacının ve davulcunun kulağınıza para almak için sağır edercesine çaldığı o sıkıcı fasıl gecelerinden hiç haz etmem. Gitmişliğim de vardır maalesef… Hayri Pekşen’in sünnet düğünümde şarkı söylemesi büyük bir gurur kaynağı olsa da adını bilmediğim ama Ajda Pekkan, Sezen Aksu gibi şarkıcıların şarkılarını söyleyen (“Resmin Yok Bende”, “Yaz Yaz Yaz”, “Şinanay” gibi) popçu kadın şarkıcının performansı ve onlardan önce sahneye çıkan, “Lambada” (Kaoma), “Unutamadım” (Barış Manço), “Telli Telli” (Yeni Türkü) gibi şarkıları coverladıkları sırada Grup Mekanik’ten tarzım oldukları için daha büyük keyif almıştım. Gerçekten kaliteli bir düğün olmuş. Herkes eğlenmişti. Hala gelenler unutamamıştır diyebilirim.

11 Aralık 1999’da dershane olarak Erkan Yolaç Show’a gitmiştik. Aslında çok da kalabalık değildik. Bir otobüs kadardık. Hatta bizim sınıftan bir tek ve Müslüm vardı. Konuklar İsmail Türüt, Pınar Altınok ve henüz kariyerinin başında olan yeni bir genç şarkıcı olan Hilal Cebeci’ydi. Benim müzik zevkimi artık biliyorsunuzdur. O yüzden konuklar nedeniyle pek eğlenemediğimi de anlamışsınızdır. Hem de en aykırı olduğum zamanlardı. Saçlarım uzundu. Daha çok rock ağırlıklı müzik dinliyordum. Tabii ki Michael Jackson, Madonna, Mariah Carey, Janet Jackson gibi hayranı olduğum popüler sanatçıları da dinlemeye devam ediyordum fakat özellikle Türkçe Müzik’te rock ağırlıklı dinlerdim. Olsun, en azından bir deneyim olmuştu. Böyle televizyon programlarını da ben konserden sayarım bildiğiniz gibi. “Evet, Hayır” yarışmasına kaldıracak diye çok korkmuştum, çünkü parmak kaldırmayanları kaldırıyordu ama bir yanım da ister gibiydi. Neyse ki kaldırmadı da rezil olmadık. Zaten takım elbise giyenleri kaldırmıştı daha çok… Hem de şık giyimli bayan ağırlıklıları öne almışlardı. Tüm dünyanın izlediğini söyleyerek biraz abartmışlardı. Ben siyah sweatshirt ve siyah pantolon giymiştim. Gayet kabul edilebilir bir kıyafetti bana göre ama zaten tipim rockçı gibi ne biçim giyindiğimizden yakınmışlardı. Aslında en önde yer kapmıştık ama kaydırmışlardı. Yine de ikinci sıradaydık. Epey de görünmüştüm yani. “İlk önce sizin TGRT’deki muhafazakâr sunucuların kılıklarına bakın” diyesim gelse de susmuştum. Arka çekimden saçımın dökülme başlangıcını görmüştüm. Kime söylesem “Gayet doğal” ya da “Işık yansımasıdır” diyordu. Ama kendi gözlerimle görmüştüm ya… Pınar Altınok son nefesine kadar şarkı söylemişti. “Şimdi Ebru Gündeş gibi bayılmasın da…” diye espri yapmıştım arkadaşıma… Uzun bir alaturka konser vermişti. “İnsan Hilal ve İsmail’in üzerine popçu, rockçı filan çıkarır. Kulaklarımızın pası silinirdi, iyi olurdu.” diye düşünmüştüm. Habire reklam arası vermişlerdi. Stüdyoda zaman daha kısa geliyordu ama ekran başındaki izleyiciler neler çekmişti, kim bilir? İsmail Türüt ise halay çekmek istemişti ama izin vermemişlerdi, o da onlara bayağı kızmıştı. Kötü espriler yapıp sadece kendisi gülüyordu bir de… Hilal Cebeci çok güzeldi. Daha henüz tanınmadığı için pop söyler diye ümit etmiştim. Bir bakmıştım “Gel seni köylü kız alıp kaçayım” diye türküler söylüyor… Erkan Yolaç’ı daha önceden Ali Sami Yen Stadı’ndaki Cumhuriyet kutlamalarında da görmüştüm ve web sitemde bahsetmiştim hatırlarsanız…

Şebnem Dönmez ve Yanar Döner VJ Bülent Çarıkçı’yı (lakabı programının ismi “Yanar Döner Saatler”den geliyor) gördüğümde birlikte Galleria’da “Uçur Beni”yi sunuyorlardı. Çünkü 6 Eylül’ü 7 Eylül 2001’e bağlayan gece ailemle “Uçur Beni”yi izlemek için Galleria’ya gitmiştim. Aslında bana gizli bir Şebnem Dönmez hayranı da diyebilirsiniz. Tek sesini duyurabilen de oydu. Tıpkı yarışmacılar gibi VJ Bülent’in de sesini duyamıyorduk. Kral TV’de VJ olan Bülent Çarıkçı’ya çok sinir olsam da aslında iyi birisine benzediğini görmüştüm.

Şimdi ise ayrıntılara geçelim. Arkadaşım İsmail’le Burger King’de bir şeyler yedikten sonra Galleria’ya gitmiştik. Galleria’nın önünde büyük bir tır vardı. Üzerinde “Star” yazıyordu. İçeri girdiğimizde buz pistinin yerinde yeller estiğini götmüştük. Onun yerine stüdyo kurmuşlardı. Merak edip kostüm taşıyan bir çocuğa sormuştuk. Genç “‘Uçur Beni’ var burada” demişti. İsmail “Bekleriz o zaman” deyince çocuk “Ama saat 10’da” demişti. Daha önce yarışmayı seyretme imkanım olmamıştı ama Şebnem Dönmez’in sunduğunu ve dans edilen bir yarışma olduğunu, hatta şarkısının sözlerini biliyordum. Didim’de Kral TV izlerken denk gelmiştim. İsmail hasta olduğunu söyleyerek 10’da gelemeyeceğini belirtmişti ama ben bir kere merak etmiştim. İsmail’le akşam 6’ya kadar dolaşmıştık, sonra ayrılmıştık. Eve geldim ve DVD’den “Çingeneler Zamanı”nı izlerken ablama “Uçur Beni”ye gideceğimi söylemiştim. O da “Ben niye gelmiyorum? Ben de geleceğim işte!” demişti. Film uzun sürmüştü, bittikten sonra ablama “Hazırlan” dedim. Sonra annemle babama “Uçur Beni”ye gidip seyredeceğimizi söylemiştim. Babam anneme “Sen götürürsün artık” diye espri yapmıştı. Annemin aklına bu espri yatmıştı ve “Olur. Hem ben de izlemiş olurum.” diye hazırlanmaya başlamıştı. Esprisinin gerçekleştiğini anlayan babam da özenmişti ve fıtık ağrısı olmasına rağmen o da gelmişti.

Yer bulmak epey güç olmuştu. Her yer, tüm masalar doluydu. Önce bir yerde yer kapmıştık ama orada pek iyi gözükmüyordu. Ablamla ben masada otururken annemle babam gidip Pizza Hut’ın önünden bir masa kapmışlardı. Masa üçüncü sıradaydı hem de… Aslında ikinci sırada bir masa kapacaklarmış ama 3 kişilik bir aile kapmış maalesef hemen… Ama intikamımızı acı alacaktık. Bir süre oturduktan sonra en önden bir masadan kalkacaklarını anlamıştık. Ben hemen gidip onlar ayaktayken “Kalkıyor musunuz?” diye sormuştum. Kadınlardan birisinin “Oturacak mısınız?” sorusuna olumlu yanıt vermiştim. “Oturun, oturun.” der demez kuruldum. Sadece o aile değil, tüm oturanlar en iyi yer olan o bulduğum masaya göz koymuşlardı. Ben erken davranmıştım ve artık en öndeydik. Meyve kokteyli sipariş etmiştik ve süslü kamışı hoşuma gitmişti. Saat 22’de başladığını sanıyorduk ama bir türlü başlamak bilmiyordu. İlk önceleri “Reklamlar uzadı herhalde” demiştik ama provalar dışında hiçbir hareket olmadığı için bir kanalın reklam konusunda bu kadar da yüzsüzlüğe ulaşamayacağını anlamıştık. Prova yapan yarışmacılar da kaybolunca babamla gidip ne zaman başlayacağını sormuştuk. Kameraman “12’de” demişti. Bir süre sonra Şebnem Dönmez, Yanar Döner VJ Bülent, şişman bir adam (hakem gibi bir şeydi herhalde, hep konuşuyordu) ve yarışmacılar gelmişti. Yarışmacılar koltuklarına kurulurlarken sunucular ve şişman adam son konuşmalarını yapıyorlardı. “Biz geldiğimizde yorulduğunuz halde sorularımıza hayalet gibi cevap vermeyin. İçinizde bir miktar enerji kalacaktır mutlaka…” gibi laflar ediyorlardı yarışmacılara… Yayına kadar sabahtan beri (biliyorum, çünkü İsmail ile geldiğimiz zaman da çalıyordu) zaten müzik çalıyordu ve Şebnem Dönmez’le VJ Bülent, Madonna’nın “Music” parçası ile dans etmeye başlamışlardı. Yayına birkaç saniye kaldığını anladıklarında hemen koşup mikrofonlarını almışlardı ve aceleyle piste dönmüşlerdi. Bu durum komik gelmişti bana… Gelir gelmez “Evet, sayın seyirciler, bir programa daha hoş geldiniz.” diye anonsa başlamışlardı. Şebnem Dönmez öyle bir kıyafet giymişti ki, düzeltirken yayından önce seyircilerden bazıları “Aç, aç, aç!” diye tezahürat yapmışlardı. Neyse, sonunda yarışma başlamıştı ve dans etmeye başlamışlardı. Kural; teması kaybetmeden dans etmekti ve en fazla sürede bu şekilde dans eden kazanıyordu. Şebnem Dönmez ve VJ Bülent yarışmacılarla röportaj da yapıyorlardı. Tabii ki kaç gün orada bekleyecek değildik. Keh keh! 😀 Ama Star’da yayınlandığı süre boyunca program bitene kadar, hatta bittikten sonra bile orada kalıp seyretmiştik. En iyi dans edenler bana göre 2 ve 20 numaralardı. Başta 16 olmak üzere sadece el ele tutuşup dans eder gibi dolaşarak hile yapanlar da vardı. Evet, biliyorum, yorulmamak içindi ama “Dans ediyorlar” diyemezdiniz. BBG yarışmcıları Murat, Hülya ve Esra’yı da görmüştük.

Bir anda Nihat Doğan’ı karşımızda bulmuştuk. Program süresince Nihat Doğan beyaz takım elbisesiyle birkaç şarkı daha söylemişti. Yarışmacılar değişik değişik, renkli renkli simalardı. Belki biz de televizyona çıkmışızdır. Bilemiyorum. Bir ara ablamla ben de yarışmaya katılmaya niyetlenmiştik, annemle babam da destek vermişlerdi. Ama yarışmaya nasıl başvuracağımızı bilmiyorduk. Bir de başvurup kabul edilmemek olayı vardı. Olup olmayacağını bilmediğimiz duaya “Amin” demeyip vazgeçmiştik. Güzel vakit geçirmiştik. Nihat Doğan istisnasını saymazsak güzel şarkılar dinlemiştik. Hem de program başlamadan evvel yabancı şarkılar da çok çalmıştı. En komik anlardan birisi Nihat Doğan’ın bir şarkısında bütün yarışmacılarla el ele tutuşup halay çekmesiydi. “Kısmete bak” demiştim. Bizim gittiğimiz zaman bula bula sevmediğimiz bir şarkıcıyı bulmuşlardı. Ne yapalım? Kader… Ben arabesk ve türevlerini sevmiyorum. Ne yapayım?

Nihat Doğan’ı ilk görüşüm bu olsa da son görüşüm bu olmayacaktı. Ben Doğan TV’de çalışırken o da her Pazar “Nihat Doğan Show” programını yapıyordu. O yıllarda Seda Sayan ile çıkıyordu. Onun torpiliyle program yapıyor olmalıydı. Ayrıldıklarında programı da sona ermişti. Ben çalışırken sürekli gürültülü türkü sesleri duyuyordum. Normalde stüdyolardan bu kadar çok ses gelmezdi. Neden Nihat Doğan program yaptığı günlerde bu kadar net duyuyorduk? Hiç çözemedim bunu. O yüzden tıpkı kız arkadaşı Seda Sayan gibi Nihat Doğan’ı da sürekli görüyordum. TV sektörünü bırakıp havalimanında işe başlayınca da yine Nihat Doğan karşıma çıkmıştı. Tarih 28 Mart 2011’di. Çelebi’de çalıştığım zamanlardı. 02:30 – 12:30 vardiyasını çalışmak üzere işe gitmiştim. Önce artık maalesef uçuşlarını durduran Atlas Jet’in Cidde uçağını yapmıştım. Saatler 1 saat ileri alınınca daha kontuar bitmeden yerimizi devredip Iberia açmıştık biz de… O gün Iberia ile ünlüler Survivor Adası’na gitmişlerdi. Gönüller ve ekibi de 21 Mart 2011’de yollamıştık. Yayından çıktığı yüzündeki bol fondöten ile belli olan Acun Ilıcalı’yı da tekrar görmüştük o gün ama o başka bir uçakla uçacaktı. 21 Mart’ta tüm gönüllülerin ve ekibin işlemlerini ben yapmıştım. Normalde grup check-in’leri için ayrı kontuarımız olmaz ama online check-in kontuarını onlara ayırmıştık. Ben de check list yapacağım için o kontuara oturmuştum. İşlemlerini yaptığım gönüllü yarışmacılar Taner Tolga Tarlacı, Taçmin Tümer, Tevfik Egeli, Ceyda Okandan, Gökhan Albayrak, Vedat Behar ve Didem Ceran’dı. Bundan 7 gün sonra ünlüler geldiğinde ise ekonomi kontuarında oturuyordum. Ama business class kontuarının yanında olduğum için arkadaş sıkışınca o sıradan yolcu çekiyordum. Check-in’lerini yaptığım ünlüler ise Uzay Heparı’nın eşi Zeynep Tunuslu ve Nihat Doğan’dı. Çok uzun boylu olan Zeynep Tunuslu uzun boyluların tercih ettiği acil çıkış kapısından yer istemişti. Ben de “Zaten business class ile uçuyorsunuz. Orada acil çıkış yok.” diye cevap vermiştim. Çünkü gönüllüler ekonomide, ünlülerse business class’ta uçardı. O da “Yayıl, otur diyorsun yani.” demişti. Karşılıklı güldük. Epey konuştuk. “Pasaportumda adım Zeynep Tunusluoğlu olarak yazıyor. Ama biletimi Zeynep Tunuslu olarak almışlar. Bir problem olur mu?” diye sormuştu. Ben ise “Birkaç harften bir şey olmaz” diye cevap vermiştim. Aslında havacılıkta 3 harf kuralı vardır. 3 harften bir şey çıkmaz. Fakat duyduğum kadarıyla elendikten sonra dönerken problem yaşamış. Çünkü 4 harfti. Bilet alanların hatası olsa da yine de giderken işlemi yapan ben olduğum için kulağıma gelmişti. Neyse, Nihat Doğan da gayet beyefendi davranmıştı. “Çok naziksiniz” bile demişti bana… Bir de el bagajını gösterip “Bundan el bagajı olur mu baba?” diye sormasını unutamam. Diğer ünlüler Derya Büyükuncu, Özge Ulusoy, Ebru Destan, Asena Onur Çakmak ve Pascal Nouma’nın işlemlerini ise arkadaşlarım Mert ve Mustafa yapmışlardı. Ama boarding’de hepsinin uçuş kartlarını ben koparmıştım. Hepsine başarılar dilemiştim. Pascal Nouma’ya bunu İngilizce olarak söylesem de bana Türkçe olarak “Teşekkür ederim” diye yanıt vermişti. Aslında Pascal Nouma’yı tek uçuruşum bu değildi. 10 Aralık 2011 Cumartesi günü Iberia ile Madrid’e giden yolculardan birisi yine oydu. Check list sırasında hatıra fotoğrafı çektirmiştim. Survivor’a tekrar katılıp katılmayacağını sorduğumda artık Survivor defterinin kapandığını söylemişti ama All-Star’a da sonraki yıllarda katılmayı ihmal etmemişti. Sonra da Jennifer Lopez’in konserinden önce DJ’lik performansını izlemiştim. Ayrıntıları o konserle ilgili kritiğimde bulabilirsiniz.

Ama Survivor Adası’na gittiği için en çok şaşırdığım kişi Defne Joy Foster’ın kocası İlker Yasin Solmaz olmuştu. Meğer yarışmacı olarak gitmiyormuş, Acun Ilıcalı ona Acun Medya’da iş vermiş. Aklıma rahmetli Defne Joy’un “Kocam işsiz. Çalışmak zorundayım. Bebeğim için para kazanmak zorundayım.” deyişi gelince hüzünlenmiştim. Keşke şaşkınlığımı yenip baş sağlığı dileseymişim. Kral TV VJ’i, “Sihirli Annem” oyuncusu, “Yok Böyle Dans” yarışmacısı Defne Joy Foster’ı Trend Show kritiğimde nasıl gördüğümü yazmıştım. Ama aslında 2 Mart 2004’te Beyoğlu’nda gezerken de görmüştüm. Kısaca anlatayım bunu. Bir mağazadan çıkıyordu. Gözlerini kapamıştı. Herhalde yanındaki arkadaşı bunu istemişti. “Aaa, bu Defne değil mi? Ama o bu kadar kısa olamaz. Siyahi kökenliler daha uzun olmaz mıydı yaw? Televizyonda daha uzun gözüküyor!” diye düşünürken gözlerini açtı ve arkadaşının gösterdiği şeye bakarak “Aaaa!” diye çığlık atmıştı. Sesini duyunca onun olduğundan emin olup yoluma devam etmiştim. Vefat ettikten sonra “Keşke konuşsaymışım” diye bir yandan pişmanlık duymuştum, bir yandan da arkadaşının yaptığı sürprizi bozmadığım, onun mutlu haline şahit olduğum için buruk bir sevinç yaşamıştım. Bu arada “Survivor” ekibinin check-in’ini yaparken kontuarda paparazziler de fotoğraflarımızı çekmişlerdi. “Ünlüler gerilmekte haklıymış” diye düşünmüştüm. İnsan habersiz fotoğrafı çekilince gerçekten bozuluyor. Neyse, Air France ekip ve Emirates ofis görevlerimden sonra eve gelip uyumuştum. Akşam kalkınca da babamla Tekirdağ Saray’a gitmiştik.

Takvim yaprakları 4 Ocak 2008 Cuma gününü gösterirkenki bir anımı daha yazmak istiyorum. O yıllarda televizyoncuydum, biliyorsunuz. Akşam Sport Center programını bitirmiştik. Zaten gündüz Akatlar’a Beşiktaş’ın bayan basketbol antrenmanı haberi için gitmiştim. O karda, kışta akşam yine Akatlar’ın oraya, yani Beşiktaş Çiçekli Tesisleri’ne gitmiştim. Bu kez nedeni BJK TV’deki muhabir arkadaşımız Selin Kulabaş’ın doğum günü partisiydi. Selin o kadar mutluydu ki mutluluktan ağlamıştı. Doğum günü partisi değil, adeta nişan ya da düğün gibiydi. Çok kalabalıktı. Koca salon tutulmuştu. “Buradaki herkes senin doğum günün için mi geldi?” diye sormadan edememiştim. Levent Erdoğan gibi Beşiktaş yönetiminin önde gelenleri bile vardı. Zaten Selin’in babası da yöneticilerden birisi olan Güven Kulabaş’tı. Eğer Gündüz Tekin Onay daha yeni vefat etmeseydi bana göre partide daha çok yönetici olurdu. Böyle bile o kadar kalabalıktı ki ayakta kalanlar bile olmuştu. Sırf Selin’in doğum günü için şarkı söyleyenlerin arasında da Hakan Altun ve Ayhan Aşan da vardı. Bazen bizim masaya da gelmişlerdi şarkı söyleyerek. Arabesk tarzını dinlemesem de böyle ünlü şarkıcıların arkadaşımın doğum günü için konser vermeleri bana enteresan gelmişti. Emrah (BJK TV), Gökhan (DHA) ve ben (o esnada D Spor) kanala geri dönmek üzere taksiye binmiştik. Amacımız Doğan TV Center’ın servislerine binip evimize öyle dönmekti. Emrah inince sarhoş olan Gökhan’la bilmediğimiz bir yerde kalmıştık. Taksici de yolu bilmiyordu. Biz de metro durağında indik. Tam akbili basacağız, son metro hareketlenmişti. Hayırsever bir minibüsçü bizi daha merkezi bir yere götürmüştü. Oradan başka bir taksiye binmiştik. Ben Ömür’de inmiştim, Gökhan da Şirinevler’de…

Şimdilik bu kadar. Yakında sevdiğim ama daha önceden hiçbir yazımda ayrıntısıyla bahsetmediğim birkaç şarkıcının eski konserleriyle ilgili izlenimlerimi de paylaşacağım. Web sitemi ziyaret etmeye devam edin, kaçırmayın!


Article Categories:
Konser
Likes:
0

Leave a Comment